+90 530 339 4521info@bursabademcocuk.com

Zihin/Zeka/Beden/Karmaşa


Zihin/Zeka/Beden/Karmaşa

"Parçalar ve bütün & yaşam"

Beden hiçbir zaman bir parçası cinsinden açıklanamaz. Tabiattaki tüm bütünler, tüm cisimler, tüm vücutlar, tüm yapılar parçalarının toplamından daha büyük şeylerdir. Parçaların toplamından büyük olma hali..  

Parçalar ve bütün meselesi beden ve zihin hikayesini anlamaktaki en büyük zorluklardan birisi. Beynin çok iyi çalışması, süperlüks yeteneklere sahip olması, kullanabileceği bir ataçman, dünyayla ilişkiye geçebileceği uygun bir beden olmazsa pekte bir anlam ifade etmiyor. Bir davranışı beynin nöral devreleri üzerinden anlamaya çalışırken ihmal ettiğimiz; bedenimizin bir bütün olarak işlevi.  

Beden bilişin bir aygıtıdır. Beyin bedenin sadece bir parçası olarak vücutta rol oynar. Örneğin derimizin hafızası; bir yara izi ilk günkü gibi olmasa dahi deri üzerinde kalması bir bilgi depolama biçimi. Ya da genetik kodları aynı olmasına rağmen tek yumurta ikizlerinin vücut detaylarında büyük farklılıklar oluşması, bedenlerinin yaşamsal deneyimlerdeki küçük farklılıklara farklı biçimler üreterek cevap vermesi. Bunların hepsine birden baktığımızda beden yaşamın bilgisini taşıyor ve yaşamla ilişkiye geçmemizin temel bir yolu.  

"Bilinç" 

Bilincin beyinde olduğu ya da oluştuğu fikri oldukça yeni bir kabuldür; iki-yüz üç-yüz yıllık ki kabul edilmesi de herhalde yüz yıl falandır. Ondan önce kalpte olduğu görüşü hakimdi. Bugün bilinç deyince aklımıza beynin gelmesi ne kadar doğal geliyorsa birkaç yüzyıl sonra bir başka şeyin gelmesi de doğal olabilir. Torunlar şuanda yazılanları okuyup “bizimki de ne uçmuş” falan diyebilir. Çünkü bilinç ile ilgili konuşulan şeylerin büyük bir kısmı mesnetsiz, kanıtsız varsayımdan ibarettir.  

Bilincin ne olduğunu elle tutulur bir tanımla algılamak güç. Farklı tanımlamalar üretmesi mümkün bir kavram, bir söz. Gözlemsel bir kavram değildir. Peki varlığını nereden biliyoruz. Herkes üzerinde düşünüyor. Bilinç, beynin bir fonksiyonu olarak üzerinde çalışılmaya çalışılan ama var mı yok mu tanımı nedir bilinmeyen bir şey. 

"Düşünüyorum öyleyse varım"

Descartes’ı niye bu kadar ünlü yaptı bu söz. Nasıl bir tanıklık hali. Varlığından emin olduğu tek şey düşünen zihni mi? Düşünme eyleminin kendisi bizzat kanıt mı? Eğer adam haklıysa beyin ne, bizim dışımızda bir şey mi? Bilinç bizim düşünen zihnimizin fikirlerle uğraşırken ortaya koyduğu bir takım imgeler mi? Netice itibari ile felsefi açıdan bakmak durumu iyice soyutlaştırıyor.  

"Güvenilir liman"

Bu kadar belirsizlik içerisinde kendimize güvenli bir alan oluşturuyoruz. Bugün kullandığımız modern bilim dünya ile ilgili bilgi elde etme istediğimizin en güvenilir çerçevesi. Bu çerçevenin de tercihleri var. Örneğin bu çerçevenin indirgemeci tercihleri var; parçalara ayır, parçaları incele, parçaları anlarsan bütünü anlarsın gibi. Ancak modern bilim bu noktada çıkmaza girmekte: kronik(türeyen, süren, devam eden, başlangıç sebebini anlayamadığımız) bir hastalığın iyileştirilemediği bir zamanda yaşıyoruz. Sisteme bir bütün halinde bakamadığımız için, parçalardan, ilaçlardan, kimyasallardan yola çıkarak anlamaya çalıştığımız için olmuyor. Örneğin alzheimer binlerce bilim insanının üzerinde çalıştığı bir hastalık, hala alzheimerın niye olduğunu kimse bilmiyor. Beyinde çöp birikiyor evet ama niye bilmiyoruz.  

Bu bilmeme hali muhtemelen baktığımız yerin çok dar olması ile çok yakından alakalı. Mekanistik açıklama vermeyen tüm yorumlar bilimsel açıdan gülünç çünkü hiçbirisi neden sonuç ilişkisi vermiyor. Somatizasyon(psikolojik durumun beden üzerine etkisi) diye havalı bir terim var ancak bununla amel edildiğini pek görmüyor çareyi ilaçlarda umuyoruz.  

"Beden ve biliş"

Modern bilimin darlığından sıyrılarak beden ve bilişin hikayesine geri dönersek, bu hikayenin ne önemi var. Özetle gideceği yer şurası; insan bedeni tam olarak böyle olmasa, bilişsel kapasitelerimizin böyle olması mümkün değildir. Biliş ya da zihin bedeni kontrol ettiği gibi, beden de zihni belirler. Ellerimizin, kollarımızın, parmaklarımızın bu şekilde olması bizim bu dünya ile ilişkiye geçme biçimimizi sınırlar ve zekamız ona göredir. Örneğin cücelik durumu ile şekillenmiş bir insanın bir Nba yıldızının hareket zekasının aynısına sahip olmayacağı aşikardır çünkü vücut oranları ona izin vermez. Farklı beden yapısına sahip insanların farklı bedensel zeka kombinasyonları vardır. 

Uzay filmlerindeki uzaylıların hiçbirisinin inandırıcı değildir. Uzay filmlerindeki yaratık tasarlayan insanların büyük bir handikapı var; görmediğimizi hayal edemiyoruz. Edemediğimiz için böcek, ahtapot gibi yaratıklar uyduruyoruz. Fakat sorun şu ki insanın bedensel şekli bizim anladığımız anlamda kullandığımız teknoloji ve medeniyeti üretmeye o kadar optimize ki bunun dışındaki herhangi bir beden tipinin teknoloji, inovasyon ya da bizim yaptığımız şeyleri yapamayacağını biliyoruz.  

Derinde bildiğimiz bir şey var. Beden şeklimiz davranışımızın esas nedeni. Bedenen bu şekilde olduğumuz için böyle bir canlıyız. Yani insanı insan yapan aslında sadece beyni değil. Aslında bedeni, ki beyni de onun bir parçası. Beden böyle olmasaydı beyinde böyle olmazdı.  

"Paradoksta Düzen"

Bedenlenmiş bilişte şununla uğraşıyor aslında: bizim vücudumuzun hareketleri nasıl oluyor da beynimizin çalışma biçimini değiştiriyor ve bu iki yönlü iletişim nasıl çalışıyor? Bedenimizde onlarca farklı duyu sistemi var. Bu duyu sistemleri devamlı olarak merkezi bir yere bilgi taşıyor. Girdi ve çıktıya göre çalışan beyin bu bilgi sinyalleri alıyor ve bunlardan bir çıktı üretiyor. Genellikle sevinçli olma halini sinirbilimsel açıdan; duyusal girdilerin beynimize ulaşarak “zihindeki” deneyimlerin algısal girdilerle karşılaştırılması sonucu olumlu, hayatta kalmayı destekleyen dopamin, seratonin, endorfin gibi nörotransimitterler salgılayıp ardından amigdalaya “sakin ol” sinyali vererek, ön hipotalamusa paresempatik sinyalleri gönderip bedeni gevşetip gülümsetmesi rahatlatması olarak açıklanır. Yani duygusal işlevler beyinde oluştuktan sonra bedene yansıyor ve beden bir şekilde bunun hissedildiği, davranışa dönüştürüldüğü araç olarak kullanılıyor. Sinirbilimsel açıdan bakıldığında beden bir çeşit beyin taşıma aracı. Fakat bu sistemin tersine işlediğini de bugün biliyoruz.  

Beden üzerinden ürettiğimiz hareketler beynimizin çalışma sistemini, aslında duygusal sistemde veriler öyle demese bile değiştirebiliyor. Bunun bir teknolojiye dönüşmüş hali var. Adına da “Yoga” deniyor. Yoga aslında bir tecrübi bilim alanı. Yoga şunu yapıyor: bedenin belli bir hareketlere zorlanması yoluyla zihinsel çalışmayı modüle etmesi. Yoganın geleneksel öğretilerine hiç bulaşmadan bedeni istediğimiz gibi şekillendirerek duygu durumunu yönetmek üzerinden başka örneklerle devam edelim. Yazın siyasal olayların ya da kavgaların daha fazla olması ile ilgili yapılan araştırmalarda sihirli bir çözüm bulundu; güneş gözlüğü. Insanlar güneş gözlüğü taktıklarında kaşlarını daha az çatıyorlar, beyin böylece yüzden daha az stres sinyali alıyor ve daha az stresliymiş gibi reaksiyon veriyor. Vücut beynin modunu yansıttığı gibi, beyinde vücuttan farklı modlar algılayabiliyor. Filogenetik hafıza denen şey aslında.  

Binlerce yıllık insanlık tarihine baktığımızda, insanların bedenleri ile ilgili bir şeyler yaptığını görürüz. Akıl, fikir, entelektüel birikim, okuma, düşünme gibi konular yeni girmiştir aslında gündeme. Bilimsel bilgi edinerek mutlu olma beklentisi yeni bir konu.  

Yaklaşık 30-40 yıl önce duygular beynin bir yan ürünüdür diye bir kabul varken şimdi duygular merkeze yerleşti. Duygular bilişi oluşturan zemindir. Fakat eksik olan şu duyguları biz beynin içinde arıyoruz, limbik sistem bölgelerine koyuyoruz, oradaki devrelerle tarif ediyoruz. Artık bedenin bu işe bir bütün sistem olarak nasıl dahil olduğunu anlama ihtiyacı başladı.  

Bu ihtiyacı gidermek belki de bedeni ve zihni bir arada görerek insanın kendini ve sınırlarını keşfetmesiyle mümkün olacak.  



• Herhangi bir kayıt bulunmamaktadır
• Herhangi bir kayıt bulunmamaktadır
• Herhangi bir kayıt bulunmamaktadır.